
Bugün 2 Ekim 2018.
Tam bir yıl önce bir mum yakmıştık sabahın erken saatlerinde.
Gerekli çizimler ve tasarımlar yapıldı ve kuruldu bir site…
‘Palyatif Blog’ olmalıydı ismi. Palyatif yani ‘geçici’ anlamında bir blog. Hiç kimsenin kalıcı olmadığı bir dünyada geçici olmalıydı elbet ismi.
İsmiyle müsemma bir logo çizdik ve bir mum yaktık simgesine.
“Bir mum ki eriyene kadar etrafını aydınlatacak…”
Nitekim meraksızlık, ufuksuzluk ve cehalet insanların zihinsel karanlığını arttırırken, bir mum yanmalıydı bir yerlerde. Görünmeliydi zihinlere.
Belki bir merak uyanır ve sorgulatırdı hayatı, hayatımızı. Hasılı, bu düşüncelerle başladık yazmaya…
İlk olarak “herkes gibi olmamalıydık.” Farklılık gerekliydi herkese. Aynılaşmanın getirdiği hantallığı farklılık ile kaldıracaktık üstümüzden. Sonra?
Dünyayı izlemeliydik beraber. Düşünmeliydik saatlerce. Öyle ki nöronlarımıza kadar inecek ve nasıl düşüneceğimizi dahi düşünecektik. Böylece en sorulmaz sorular bulacaktı bizi. “Sahi, nöronlarımız askerlik mi yapacaktı birilerine.” Yoksa özgürce düşünebilecek miydik?
Derken, enerjimizi toplamalıydık beraber. Nitekim en güçlü yanılgıları en yıkıcı fikirlerle yıkabilirdik ancak. Yani “Nükleer başlıklı fikirler” gerekliydi bizlere…
Fikirler güçlendikçe rekabet oluşacak, bir santranca dönecekti yaşantımız. Öyleyse doğru hamleler gerekiyordu bizlere. Ta ki rakiplerimizin oyunlarında onları ‘Mat’ etmeliydik. Doğru düşünmeli, zekamızı kullanmalıydık her zaman. Nitekim “Şah çekerken ‘Pat’ diyebilirdi hayat”. Sırf oyunu kurallarına göre oynamadığımız için. Sonra?
Uzaydan haberler gelecekti bizlere. Alabilene her an gelen haberler. Bir şeyler fısıldanıyor olmalıydı “Göklerden”. Gökyüzüne çıkacaktık beraber. Belki de bir daha “dönmemek üzere”…
Ama “kaçamayacağımız gerçekler de vardı” hayatta. Öyle ki yanı başımızdaki coğrafyalarda dökülen tonlarca kan ve gözyaşı ve yıkılan medeniyetler mesela. Kaçamazdık bu gerçeklerden. Birilerinin çizdiği bu tablolar birer birer yakılmalıydı. Silinmeliydi tüm bu senaryolar. Yoksa bırakılmalı mıydı bunca insan kendi hallerine?
“Elon Musk gibi olmalıydık belki de”. Dünyada çözemediğimiz sorunları bırakıp göçmeliydik uzaklara hatta Mars’a. “Binecek uçağımız olmalıydı” evvela. Kendimiz yapmalıydık belki de. Uzaklara gitmek ve belki de dönmemek için…
Kim bilir belki robotlar karşılardı bizleri. Uzaklardan gelen insanlığa en “teknik” yemekler sunulacaktı belki de. İnsanlığın değerini bilmeyenlere “robot mürebbiyeler” öğretecekti belki de. Hem haksız da değillerdi pek. Öğrenmeliydi insanoğlu…
Öğrenmeliydi başkasına zarar vermemesi gerektiğini. Bir de zarar görmemesini. Öyle ki birikmiş tecrübeler hayatı sanatla birleştirince daha anlamlı kılıyordu sanki. “Dövüşmeyen birisi ile kim dövüşebilirdi ki dünyada?”
Stratejiler gerekliydi belki de. En kritik noktalarda ve en kritik zamanlarda. Tehdit edilmemeliydik hiçbirimiz. “Kendisini tanrı görenlerin sabotajlarından korunmalıydık” bir şekilde. “Belki harp edecekti iklimler bizlerle”. Sorgulamalıydık teknolojiyi. Gidişatımızı…
Nitekim “proton ve nötronlarımız dahi kavga edecek” hale gelmişti. Aynı çekirdeği bölüşemeyen aynı ortamı soluyamayan kimseler olmuştuk. Oysa barış ve kardeşlik gerekirdi herkese.
Önemliydi birliktelik. “Hayatta her şeyin para olmadığını” anlamalıydık mesela ya da nasıl para kazanacağımızı. Üretmeliydik her fırsatta. İsraf etmeden en uzun süreleri tüketebilmek için.
Tüketmek derken bir yandan süren ömrümüz de tükeniyordu. Öyle ki “hastalıklı coğrafyalara dönüşmüştü etrafımız.” Korumalıydık kendimizi her türlü cehaletten ve dogmadan. İlim meşalesi ile gezmeli, aydınlık yarınları düşünmeliydik…
Ya da düşlemeliydik hiç olmazsa. Tıpkı “Zümrüdü Anka’yı arayan kuşlar gibi”. Aramalıydık bilgeliği ve güzelliği. Çetin şartlardan geçecektik belki de. Geçmeliydik, geçebilirdik…
Öyle ki “yeni paradigmalarımız” olur, hayata bakışımız değişirdi belki de. Fikri hür vicdanı hür zihinler olabilirdik her birimiz. Böylece üzerimizdeki ölü toprağı atmış olacaktık. “Kimsenin bizi diriltmek için uğraşması gerekmeyecekti”. Ama fikren ama bedenen…
Nitekim gerekmedi de…
Tam bir yıl önce başladık yazmaya. Okuduklarımızı, araştırdıklarımızı sunmaya.
Öyle ki beraber yaptığımız beyin fırtınaları ilk gün yaktığımız mum alevini bugün birer meşaleye dönüştürdü. Binlerceniz ile görüşmeden de olsa tanıştık. En ulaşılmaz ufuklara hayalen de olsa ulaşmaya çalıştık. Nitekim, İnovasyon gerekliydi hepimize. Yepyeni fikirler, pasparlak zihinlerden çıkabilirdi ancak. Sizler de tüm bu yazdığımız konularda yorum, beğeni, eleştiri ve önerilerinizi eksik etmediniz.
Her birinize ayrı ayrı teşekkürler ediyoruz!
Son olarak klavyemiz yazdığı sürece en güncel konuları, en özgün düşüncelerle hep beraber değerlendireceğimiz nice senelere!
Mevlana’nın deyimi ile:
“Dünle beraber gitti cancağzım,
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…”
En yeni konularda buluşmak üzere.
Palyatif Blog olarak 1. yılımız kutlu olsun ! 🙂
PALYATİF BLOG 2018 TANITIM FİLMİ
Her büyük yolculuk küçük bir adımla başlar. Ateş vardır yakar yıkar ateş vardır aydınlatır. Ona da meşale denir. Karanlıklar denizini aydınlatmak ne büyük fikir.
Başarılar Palyatife.