Simya yani alşimi…
Çoğunuz duymuşsunuzdur bu tabiri.
Nitekim kimilerinin de uğraşıdır hala. Öncelikle yılların eskitemediği bir meslektir simyacılık. 2500 yıldır sürer-durur derler.
Nitekim, değersiz “madenleri” “altına” çevirme çabası ve “ölümsüzlük” iksirinin peşinden koşmanın felsefesidir.
Teorik temelleri olmadığı için de garibim “Bilim” kabul edilmez.
Fikir jimnastiğiniz başladı gibiyse, bir de paradigma diye bir şey var. Ondan da bahsedeyim.
Türkçede birçok karşılığı olan bu tabir, entelektüel kesimlerce sık kullanılır. Okumuş, gün görmüş insanlar yeri geldikçe bu kelimeye o ana uygun bir anlam yüklerler.
Esasında paradigmaya yeni bir paradigmadan bakarlar.
Demem o ki, olaylara baktığınız gözlüktür Paradigma.
Yani bir anlamı da budur denebilir. Şimdi bu iki kavram ne alaka? diyenleri duyar gibiyim.
Karışık mı geldi dersiniz?
Öyleyse “Stratejik Ufuk” gözlüklerinizi takın. Koltuğunuz dik, zihniniz berrak ve duru bir şekilde olsun.
Gelin beraber “Palyatif” bir yolculuğa çıkalım.
Malum, bugünlerde hepimiz ekonomist olduk. Ülke olarak hepimizi ilgilendiren ekonomik değişimler yaşanıyor yer yer. Sebeplerini bilemem ama sizleri öncelikle bir üst kata davet edeceğim. Daha büyük bir manzara için.
Nitekim siz yükseldikçe gördüğünüz alanın büyüklüğü daha da artacak…
Çıkıyoruz şimdi. Yani klasik ifade ile resmin daha büyüğünü göreceğiz. Öyle ki en büyük resmi veya manzarayı görebilmek için en üst kata çıkmak gerekecek.
Ama asansörü olmayan bir gökdelendeyiz.
Ne yapalım?
Bence, nefesimizi doğru ayarlayıp ağır ağır çıkalım. Hızla çıkıp, uzunca soluklanmak ve yorulmak yerine; ağır ağır çıkalım merdivenleri. Oksijene doya doya, vücudumuzu zirvelerin oksijensizliğine alıştıra alıştıra çıkalım yukarıya.
Hadi biraz daha gayret! İşte oldu. Şimdi daha da yukarılardayız. Her tarafı cam olan bir gökdelende çok daha uzaklar yakınlaşıyor sanki. 🙂 Bakıyorum, nefeslenenler var. Bekleyelim biraz.
Nitekim yazar ve siz değerli okurlar olarak bir ekibiz biz.
Yorulanları beklemek, hep birlikte hareket etmek, geride arkadaş bırakmamak daha çok yakışır bize.
Haydi, bir kat daha diyemeden genişçe bir salon görüyoruz ve duruyoruz. Duralım ve manzaranın keyfini sürelim.
Ne görüyorsunuz diye sorsam? Herkes farklı bir ayrıntıyı aktaracak. Daha küçük binalar, arabalar, stadyumlar, insanlar, kurumlar, ve daha bir çok şey…
Bir de gökyüzüne bakanlar olacak. Bulutlara, Ay’a veya kimisine göre uzaya. Uzaya daha yakın olduğumuzu söyleyecekler.
İşte tam olarak burası stratejik ufukların başladığı yer.
Gözlükleriniz takılıydı. Herkesin uzak mı uzak ufuklara göz atmasını istiyorum.
Bir dakika! Herkesin en uzağı aynı mı?
Hepimiz en en uzağı görebiliyor muyuz? Yaşları farklı insanlarız. Gözleri bozuk olan var. Numaralı olan var. Yani herkes aynı uzaklığı göremiyor.
Aynı yükseklikteyiz ama uzaklarımız farklı.
Öyleyse yazının bundan sonrasını daha dikkatli okuyalım.
Öncelikle dostlarım, hayat çok fazla bileşeni olan bir bütün. Bu bütünün içinde değer sıralamaları var. Tarihten bu güne insanlar için en değerli şey insanın kendi hayatı olageldi yani “Ölümsüzlük” . İkinci sırada ise ekonomik refah düşünceleri. Yani “ Altın”.
İşte Simyacılar, tam olarak bu ikisinin peşine düştüler. Kah deney, kah maden derken bir madeni altına çevirmek, altından daha masraflı; ölümsüzlük de işin fantezi boyutu kaldı.
Bugünse çok benzer bir simya halen devam ediyor. Modern simyacılar dediğim kimi insanlar ufuklarını genişletmek, sanat, tasarım ve teknoloji dümenini tutmak için sürekli çalışıyor, çabalıyorlar.
Öyle ki çocuk yaşlardan başladıkları bu yolculuğun uzunluğunu ve zorluğunu göğüslemek üzere sürekli ter döküyorlar. Hayatlarına mürşit gördükleri “İlim” meşalesi ile ağır ağır yükseliyorlar.
Yükseldikçe kalabalıklaşıyorlar ve bazen bir ekip halinde hareket ediyorlar.
Nitekim fikri hür vicdanı hür insan olmanın verdiği özgüvenle tanışıp, kaynaşıyorlar.
Dayanışmaları meyve veriyor ve yükseldikçe yükseliyorlar.
En nihayetinde en tepelere çıkıp seyrediyorlar ‘Alemi’.
Her birisi farklı ayrıntılar üzerinde çalışsa da yapboz birleşince “Güç”, “Yaşamak”, “Yönetmek” gibi tablolar çıkıyor ortaya.
Gücü, üretkenliklerinin kıymeti olan kazandıkları “Para” ile kazanırken, yaşamayı “ölümsüzmüş” gibi sürdüyorlar ve yönetiyorlar hayatı ya da hayatımızı.
Peki, kim bu insanlar?
Onlar her yerde, her alandalar. Her milletten her ırktanlar. Her katmanda hatta her rüyadalar. Kimisi gerçek, kimisi hayali karakter onlar. Kim olduklarını bilmiyoruz belki ama nasıl olunacağını biliyoruz.
Hegel’in diyalektik teoreminde olduğu gibi (Tez-Antitez-Sentez) hayatın antitezlerine takılmıyorlar. Sürekli ihtiyaç duydukça ‘Paradigma Değişimine’ gidiyorlar.
Tıpkı bir simyacı kararlılığı ile. Sabırla ve özenle.
“Önemli olan yolculuğun sonucu değil; yolculuğun kendisidir demişler.”
Siz simyacılık yapın.
Bakarsınız bir ‘Para’digmanız olur.
Para demişken neden banknot olsun ki?
Hayattaki en büyük sermayesi “sevgi” olanlar var!
Paradigmalarımız değişir mi?
Ne dersiniz? 🙂
Stratejik Ufuklar gözlüyorum.
Manzara çok hoş.
Gelsenize!
Yazıda Paradigma yaşanmış.Müthiş.Davetkar.
Gözlerim doldu.